İnsanoğlunun önemli bir özelliği yanlışlarını kabullenmemesi, kabullenememesidir… Çok ağır bir sorumluluk olduğu içindir ki Allah, Kıyamet Suresine “kendini öz eleştiriye tabi tutan insana” yeminle başlar ve ardından “kıyamete gününe” yeminle devam eder… Bu sıralı yeminlerde verilmek istenen mesaj şu olsa gerektir: “Kıyamet kopsun istemiyorsan, kendinden başlayarak yanlışların kıyametini kopar…”
İnsan; kendini eleştirmek, yanlışını ortaya koymak ve nerede yanlış yaptığını belirleyip durumuna çekidüzen vereceği yerde suçlarına, günahlarına, yanlışlarına sürekli bir mazeret uydurma peşindedir… Yanlışlarına hep suç ortakları bulma gayretindedir… Yanlışını, başkasının boynuna yıkarak kendini rahatlatma eğilimindedir… Sürekli mazeret uyduran insanı bilen Allah; “insan kendine şahittir, o gün sıralayacağı mazeretler kendisinden kabul edilmeyecektir” diye buyuruyor Kıyamet Suresinin ileriki ayetlerinde…
Uydurulan mazeretler, suçu başkalarına yıkmalar ve suç ortakları ihdas etme yolu ile suçun ağırlığını hafifletme çabaları kişiyi sorumluluk sahasından kurtaracak değildir… İnsan, kötü sonuçlarla karşılaşmamak için yanlışlarıyla yüzleşmekten kaçar… Gerçekte bu kaçışlar; suçluluğu kendine yedirememesinden, ulaştığı sonucu görmek istememesinden, hesaba çekilmekten çekindiğinden ileri gelir… Aynı sürenin ilerleyen ayetlerinde Allah suçluya sorar: “Eyne’l- mefar? (kaçış nereye?)”… Nereye kadar kaçacaksın? Kaçmakla hesaptan mı kurtulacaksın? Dünyada istediğin kadar kaç, istediğin yere sığın sonunda ölüm elçisine yakalanmayacak mısın? Mesajını vererek suçlunun kaçışına set çeker… Ve surenin devamındaki ayetler, bu kaçışa:“Son durak rabbin huzurudur” der…
İnsan toplulukları, tarih boyunca kendilerini rahatlatacak hazır üç suçlu: “Kader, sihir ve göz değmesi” üçlüsünü bulmuşlar ve her nerede bir yanlış, bir suç, istenmeyen bir durum görürlerse suçlu olarak hep “Kader, sihir ve göz değmesi” üçlüsünü gösterirler… “Ne yapalım! Kader… Ne olacak! Göz değdi… Bunların arası kötü değildi! Sihir yapılmış olmalı” diyerek kendilerini rahatlatırlar, başka bir deyimle kendilerini aldatırlar… Suç faturasının, suçlulara kesilmediği çözüm yolunu seçerler… Böyle yapmakla işlerini daha da zorlaştırdıklarını ve daha başka yanlışlara davetiye çıkardıklarını, suçu kurutmak yerine suçu daha da kabarttıklarını ya bilmiyorlar, ya da bilmek istemiyorlar…
Kaderde suç Allah’a, sihirde suç şeytana, göz değmesinde suç kem gözlere yıkılır… Yüzyıllardır süregelen bu suç terapisinin; dine bağlanması, dindenmiş gibi gösterilmeye çalışılması; insanları din adına suç bataklığına sürüklemekten, dinin afyon gibi kullanılmasından, insan hayatı ile oynamaktan başka bir şey değildir… Maalesef bu yanlış inanışlar; günaha, suça, yanlışa, kısacası istenmeyen her olaya davetiye çıkarmakta ve hayatın yanlış akışına din adına arka çıkılmaktadır…
Allah’ı yanlış tanıyanlar, kaderi, şeytanı yanlış tanıyanlar da sihri yanlış bilirler… Yaratılmışı ve yaratılmışın gücünü bilmeyenler ise göze ilahi gücü yüklerler… Asıl suçlular yerine uydurulan bu hazır suçlular, dini yanlış tanımanın neticesi olarak ortaya çıkarılmışlardır… Aslında “Kader, sihir ve göz değmesi” üçlüsüne suçlular demek bile yanlıştır, “suçlananlar” demek daha doğru bir tabir olur… Hayatı doğru yaşmak için Allah’ı doğru tanımak ve onun tarif ettiği çizgide olmak olmazsa olmazdır…
Allah’ın konumuna şeytanı ve başka yaratılmışları koyan zihniyet tamamıyla sapmıştır… Sihir ve göz değmesi tamamen Allah’ı yerinden etmek, yaratılmışları ve şeytanı Allahın makamına geçici bir süreliğine koymaktan başka değildir… Halkın anlayışındaki ve kelam kitaplarındaki yanlış kader olgusu da Allah’ı hakkıyla bilmemenin neticesidir… Suçlamak, suçlu bulmak, suçu başkalarına yıkmak yerine suçu üzerine almak, suça dönüp bakmak, suçun açtığı kötü sonuçla yüzleşmek ve suçtan dönmek büyük bir erdemlilik ister…
Ocak 2012
Yorum Yazın